BİLİYORUM, “sarnıç” denildiği vakit akla gelen ilk isim olarak,
suyun içinden yükselen her biri 9 metre uzunluğunda 336 sütunu, efsanevî ters
Medusa başı ile yaklaşık 1500 yıl sarayın su ihtiyacını karşılayan “Yerebatan
Sarnıcı” geliyor.
İçeri girdiğiniz anda tarihe tanıklık eden tüm ihtişamıyla ziyaretçileri karşılamakla kalmayıp ünlü sinema filmlerinin sahneleri bir bir gözünüzde canlanır.
Dan Brown’un romanından uyarlanan “Cehennem” ya da
Çanakkale Savaşı’nı Avusturalyalı bir babanın gözüyle anlatan “Son Umut”, Hong
Kong yapımı “Altın Yumruk İstanbul’da” Yerebatan Sarnıcı’nın ev sahipliği
yaptığı filmlerden sadece bir kaçıdır.
Yerebatan Sarnıcı’nı birkaç cümle ile yâd ettikten
sonra gelelim esas konuya…
Su kıtlığı her geçen gün daha çok telaffuz ediliyor,
çareler konusunda çalışmalar yapılıyor. Bununla birlikte geçen hafta yazımın
başlığına taşıdığım “yağmur hasadı”, terminolojiye eklenen deyimlerden biri
oldu. Yağmur sularının boşa gitmeyecek olması demek, suyun ihtiyaç duyulan
alanlara yönlendirilmesi için yapılan sarnıçların (su depoları) yeniden gündeme
gelmesi demektir. Sarnıçlar, tarihte Hititlerden bu yana şehirlerin su
ihtiyacını karşılamada büyük öneme sahip olmuşlardır.
Geçmişte evlerin bodrum katlarına yapılan küçük
sarnıçlarda biriktirilirmiş yağmur suları. Biraz daha geriye gidince de suyu
bir mahallenin ya da şehir halkı tarafından kullanılmak üzere yapılan çok daha
büyük sarnıçlar yapılmış.
Suyun temin edilip şehirlere ulaştırılması, tarih
boyunca hep önemli ve prestijli bir iş olmuştur. Bunu en iyi biçimde yapabilen
toplumlar, medeniyetler tarihinin ilk örgütlü toplumları sayılmıştır. Ülkemiz
bu anlamda Bizans, Selçuklu ve Osmanlı tarafından özenle inşâ edilen pek çok su
yapısı ile su medeniyetinin sergilendiği dünyanın önde gelen açık hava müzesi
olma özelliğine sahiptir.
Sarnıçların öncesinde, Selçuklu ve Osmanlı dönemi su
yapılarından olan ve önemi hâlâ konuşulan “karız” adı verilen su iletim
sistemlerinden birkaç cümle de olsa bahsedelim derim. Özellikle Edirne ve
İstanbul’da inşâ edilen su iletim sistemi olan “karız”, kelime anlamı olarak
“kar izi” demektir.
Atalarımız suyun olduğu yerleri yurt edinmişler,
olmadığı yerlerde çok uzaklardan su getiren su yolları inşâ etmişler. Yer
altına süzülen kar ve yağmur sularından faydalanmanın çabasına düşmüşler.
“Karız” adını verdikleri yatay yeraltı su kanalları ile suları yaşam alanlarına
taşımışlar. Makine kullanılmadan tamamen insan gücüyle inşâ edilen bu yapılar,
suyun buharlaşmasını -yüksek buharlaşma oranı kurak iklimlerde yüzey tatlı su
kaynaklarının hızlı kurumasına neden olduğundan- önleyerek kurak zamanlarda
içme ve sulama suyu ihtiyacını karşılamaktadır. Kış ve bahar aylarında yoğun
olan kar ve yağmur sularının karadan denize ulaşırken yüzde 10’u yüzeyden,
kalan yüzde 90’lık kısmının yer altından ulaştığı bilinmektedir. Bu da “karız”
inşâ etmenin ne denli avantajlı olduğunun göstergesidir. İran, Afganistan,
Irak, Azerbaycan, Arap Yarımadası, Ürdün ve Tunus gibi dünyanın birçok yerinde
binlerce yıllık geçmişe sahip karızlar, Anadolu topraklarında Istranca
dağlarından başlayarak İstanbul’a 246 kilometrelik bir su yolu olmuş.
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan
İstanbul’da İklim değişikliği başta olmak üzere suyun hoyratça kullanımı nedeniyle
karşılaşılan su kıtlığı tehlikesine karşı İstanbul özelinde 2021 yılının Ocak
ayında alınan kararla sarnıçlar yeniden gündem oldu.
İstanbul’da 100’den fazla büyük sarnıç olduğu
-küçüklerin sayıları henüz meçhul- bilinmektedir. İstanbul’un haricinde Mersin,
Denizli, Bodrum, İzmir ve Antalya gibi iller başta olmak üzere Akdeniz ve Güney
Ege kıyılarında bolca sarnıçlara rastlamak mümkün. Mimarî açıdan bilhassa
Bodrumdaki sarnıçlar çoğunlukla yuvarlak formda kümbet şeklinde inşâ
edilmiştir.
Dünya genelinde ilk örneklerine ise Peru ve
Hindistan’da rastlanılmıştır.
Bizans döneminde su temini noktasında dışa
bağımlılığın azaltılması ve kuşatılma -düşman saldırısı nedeniyle su yollarının
zarar görerek suyun kesilmesi- ve kuraklık korkusu nedeniyle yapımına önem
verilen sarnıçlar, kapalı ve açık olarak iki şekilde inşâ edilmiştir.
İstanbul’da Bizans döneminden Yerebatan, Binbirdirek,
Şerefiye ve Nakilbent sarnıçları “kapalı sarnıç” olarak ilk akla gelenler.
Kapalı sarnıç, su kanalları veya kemerleri aracılığı ile taşınan suyun yer
altında biriktirilmesi için yapılan depolama alanlarıdır. İstanbul’a ilk su
kemeri imparator Valens tarafından yaptırılan “Bozdoğan” su kemeridir. Mimarî
olarak kare ya da dikdörtgen planlı çok yüksek yapıda olan sarnıçlar,
genellikle kiliseler, saraylar, medreseler ve konaklar gibi kalabalık ve
önemli yapıların altlarına inşâ edilmişlerdir. Örneğin Ayasofya’nın altında
birçok sarnıcın olduğu bilinmektedir. Bunun yanında toprak altındaki sarnıçlar,
suyu depolama işlevlerinin yanı sıra üzerine inşâ edildikleri yapıya da sağlam
bir temel oluşturmakta ve yapıya yükseklik kazandırarak denizden görünmesini
kolaylaştırırmış.
Fildamı, Karagümrük Stadı/ Aetios Sarnıcı,
Çukurbostan/ Aspar Sarnıcı ise en bilinen açık sarnıçlardır. Açık sarnıçlar için,
açık hava su toplama ve dağıtım havuzu denilebilir. Genellikle dikdörtgen
şekilde ve çok büyük bir alanı kaplayan açık havuz biçiminde ve içindeki suyun
basıncına direnebilmeleri için çok kalın duvarlı yapılardır. Kapalı sarnıçları
beslemek ve sulamada kullanıldıkları bilinenler arasındadır. Açık sarnıçların
daha çok suların içindeki maddelerin çökeltilmesi için biriktirildiği büyük
havuzlara “baş havuzlar” denilirmiş.
Kaynaklara göre, sadece İstanbul’daki hem kapalı hem
de açık olarak inşâ edilen bu sarnıçlarda o dönemde yaklaşık olarak 1 milyon
metreküp su depolanabildiği görülmüş. Tek başına Yerebatan Sarnıcı yaklaşık 100
bin ton su depolama kapasitesine sahiptir.
Her ne kadar 7 ve 8’inci yüzyıllarda doğal afetler ve
saldırılar sonucu ağır hasar görmüş olmasına rağmen şehirde büyük bir nüfusa
hizmet etmiş bir su altyapısının olması, Osmanlı’nın işini kolaylaştırmıştır.
Örneğin, bu alt yapı İstanbul’un fethinden yaklaşık 50 yıl sonra 8 katına çıkan
İstanbul nüfusuna su temininde yararlı olmuştur.
Son olarak artık günümüzde teknolojik imkânlarla suları istediğimiz yere taşıyor olabiliriz, metrelerce yükseklikteki gökdelenlerin en tepelerine kadar çıkartabiliriz; lakin tüm bunları ancak kullanılacak su kaynaklarımız varsa yapmamız mümkün olur. Aynı teknolojik imkânlar bize her eve ya da işletmeye sarnıç sistemi kurabilme gücünü verebilir. Küresel ısınmanın getirisi olarak her damla suyu tasarruf edeceğimiz yeni dünya düzeni bunu gerekli kılmaktadır. Yağmur ve kar sularını bir yerde toplayıp biriktiremiyorsak, yeraltı kaynaklarımızın sınırsız olmadığını anlamamız fazla uzun sürmeyecek gibi görünüyor. Yüzyıllar öncesinden yağmur sularını gerek yer altı gerek yerüstü sarnıçlar yaparak ziyan etmeyen medeniyetleri daha fazla okumanın zamanı geldi!
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kehriz
http://www.restoraturk.com/index.php/mimarlik/320-roma-bizans-donemi-su-yapilari
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/572794
http://blog.milliyet.com.tr/bodrum-un-sarniclari/Blog/?BlogNo=34004
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/istanbul/gezilecekyer/yerebatan-sarnici-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder