“SÖZ söylemek için önce duymak, dinlemek
gerek. Sen de söze dinlemek yolundan gir!”
Yazıma Mevlâna’nın çok beğendiğim bu sözüyle başlangıç yapmak istedim. Zor olduğunu biliyorum, lâkin önce anlamaya çalışmak, reçeteyi yazmadan önce dinlemek ve sonrasında teşhis koymak, hayatın birçok alanında geçerli olan doğru bir ilkedir. Yaptığımız işlerde profesyonellikten bahsediyor isek, aktif bir dinleyici olmayı kendimize şiar edinmeliyiz diye düşünüyorum.
Günlük hayatımızda her an iletişim hâlindeyiz.
Ailemizle, arkadaşlarımızla, çocuklarımızla, komşularımızla, müşterilerimizle,
çalışanlarımızla, hatta çiçeklerimizle… Sözlü iletişimin bir parçası olan
dinlemek, zihinsel çaba gerektiren, konuşmaya oranla daha yorucu bir eylemdir.
Duymanın tersine, dinleme esnasında kişinin söylenenlere tam olarak konsantre
olması gerekir.
Çeşitli araştırmalar neticesinde, insanın dakikada yüz
kelime konuşabildiği, dinleme kapasitesinin ise yaklaşık bin kadar olduğu
saptanmış.
Dinleme esnasında, gerek anlatılanın kısa bir özetini
yaparak, gerekse beden dilimizle ve yeri geldiğinde sorularla destekleyerek
karşı tarafa “Anlamak istiyorum” ya da “Anlamaya çalışıyorum” mesajını
iletmemiz gerekir. Tıpkı henüz çocukluk yıllarımızda büyüklerimizin anlattığı
hikâyeleri dinlerken sorduğumuz sorular gibi… Zaten bu hikâyelerin hayatımızda
yer edinmiş olmasının nedeni, altını çizerek ifade ediyorum, “can kulağıyla”
dinlediğimiz için değil midir?
Amin Maalouf der ki, “Dikkatli dinlemek için göz
kapatmaya, körlerin bizden daha iyi duyduklarını öğrendiğim zaman başlamıştım.
Ve o günlerden sonra hayatımın bütün karanlık koridorlarından geçerken de
gözlerimi kapalı tuttum. Daha iyi dinlemek, daha iyi koklamak için”…
Hepimizin ortak kaygısıdır “anlaşılamamak”. Lâkin
anlaşılmak için önce anlamak gerçeğini kabul ederek başlamalıyız. Anlamak için
de dinlemenin ne derece önemli olduğunu, doğru iletişimin temel taşlarından bir
tanesi olarak gerekliliğini bizzat yaşayıp öğrenmiş biri olarak sonuna kadar
savunanlardanım. Örneğin doktora gitmeden, “Beni dinleyecek mi, doğru teşhisi
koyabilecek mi?” sorularının daha yola koyulurken zihinlerimizi kemirdiği
aşikârdır. Bugüne kadarki deneyimlerimde sırf “Beni dinlemiyor” diye birçok kez
doktor değiştirmişimdir. Çünkü dinlemediğini hissettiğimde, doğru teşhis
olmayacağı düşüncesiyle, kafamda soru işaretleri beliriyor ve uzaklaşıveriyorum.
Anne babanın çocuğunu hayata hazırlarken, bir avukatın
savunmasına çalışırken, bir mimarın dizaynını yaparken veya bir öğretmenin
öğrencisini yetiştirirken önce iyi bir dinleyici olması gerekmez mi?
Hani çocuklarımızı okula gönderirken sıkı sıkı tembihleriz
ya “Öğretmenini iyi dinle” diye… Diğer taraftan, çocuğumuzun eğitim-öğretim
hayatında en büyük söz sahiplerinden biri olarak, değerli öğretmenlerimiz için
“Acaba çocuğumu anlayabilecek mi?” diye düşünmeden de edemeyiz. Derdini
anlatmak isteyen bir çocuğa, “Otur yerine, sen sus!” şeklindeki bir ifadeyle
yaklaşmanın tersine, onu dinleyerek oluşturulan teşhisten sonraki tedavi,
çocuğu hayat merdivenlerinde her daim bir basamak daha yukarı taşıyacağı inkâr
edilemez bir gerçektir. Hem çocuklarımızı anneler, babalar ve öğretmenler
dinlesinler ki kötü emelleri kendilerine görev edinmiş hainlere fırsat
verilmesin!
İlk satırlarda, yaptığımız işlerde profesyonellikten
bahsetmiştim ya, bu cümlenin üzerine bir an düşünüp bir ürün tasarlamak
istediğimi söylüyorum kendime, lâkin bunu, tüketicilerin ne istediklerini veya
isteyebileceklerini dikkate almadan yapıyorum. Başka bir deyişle, “Tüketicinin
ne istediğine takılma, ürünü tasarla gitsin!” diyorum. Bu ürün hakkında “Sizce
bunun başarı oranı nedir?” diye sorduğumda, “Ya hiç yok ya da çok az”
dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Yine ürün ya da hizmetlerinizi sunarken satış
noktasında müşterilerinizi dinlediğiniz sürece mutlu son kaçınılmazdır.
Ürettiklerimizi satabilmenin yolu, alıcımızın ihtiyaçlarını anlayarak, teklifimizi
onun beklentilerine ve ihtiyaçlarına cevap verecek doğrultuda şekillendirmekten
geçiyor mesele. Mağaza sahibi ya da satış görevlisi, müşterilerin
ihtiyaçlarını, ilgi alanlarını hem üretim noktasında, hem de satış noktasında
anlamaya çalışıp dikkate aldığı sürece başarılıdır.
Profesyonellik, müşterilerin ihtiyaçlarıyla kendi ürün
ve hizmetleriniz arasında bağ kurmaktır. Yeri geldiğinde, “Ürünüm/hizmetim
sizin ihtiyaçlarınızı karşılayamaz” diyecek kadar da dürüst olabilmektir. Bu
bağı ancak dinleyerek gerçekleştirebilirsiniz. Eğer yönetici pozisyonunda isek,
firmamızın içerideki müşterileri konumunda olan çalışma arkadaşlarımızı
dinleyelim. Çalışan mutluluğu, müşteri memnuniyetini beraberinde getirir.
Futbol oynarken en çok pozisyon gören takım değil,
görmüş olduğu pozisyonları gole çeviren takım kazanır. Öyleyse haydi,
karşımızdaki insanı dinleyerek, onun dünyasında keşiflerle süslenmiş bir
yolculuğa çıkalım! Açtığı pencereden onun dünyasını ve anlattıklarının
bağlantılı olduğu olayları görebilme şansını elde ederek bakış açımızı
geliştirip genişletebilelim. Hepimiz birey olarak, orkestranın farklı
enstrümanlarıyız. O zaman ahenk içinde, birbirimizin ne dediğini dinleyip
anlamaya çalışarak uyum içinde yaşamak en güzeli!
Birbirini dinleyen, anlayan veya anlamaya çalışan bir
toplum olabilmek için birazcık ter dökmeye var mısınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder