Önce teşekkür!
“2021 yılındayız. Değişmesi gereken, yapılması gereken çok
şey var. Öncelikli adil uygulamanın takipçisi olacağız…”
Sağlık Bakanımız, 27 Ekim günü Bilim Kurulu
toplantısının ardından asistan doktorlarımızın çağrılarına nefes olacak
açıklamalarda bulundu.
Bakanımızın ifadesiyle, “bazı kliniklerde asistan hekimlerin 36 saat çalıştığı durumlar olduğu maalesef gerçek; uzun mesailer ve yoğun nöbetler asistan hekimlerimizin mustarip olduğu eski bir sorun”. Dileğimiz, bu sorunun bir an önce asistan hekimlerimizin lehine çözüme kavuşarak (hakikaten) mazide kalması…
Bu hususa dair Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık
Eğitimi Yönetmeliği’nin 11’inci maddesinde yer alan kural şu şekilde: “Uzmanlık
öğrencilerinin nöbet uygulaması üç günde birden daha sık olmayacak şekilde
düzenlenir.” (Bu da ayda en fazla on nöbet demektir. Fakat edinmiş olduğum
bilgilere göre bu sayı sağlık kurumlarına ve uzmanlık bölümlerine göre 14’e
kadar çıkacak şekilde değişiklik gösteriyor.)
Yataklı Tedavi Kurumları Yönetmeliği’nin 41’inci
maddesinde ise, “Gece nöbeti tutanlara ertesi gün görev verilmez” denilmekte ve
şu şekilde devam etmektedir: “Geceyi yoğun mesai ile uykusuz geçiren personele,
kurumun personel durumu ve imkânları müsait olmak, hizmeti aksatmamak kaydıyla
evinde veya kurum içerisinde lüzum görüldüğü sürece dinlenmesi için baştabib
izin verebilir…” (Görünen o ki, izin, başhekimin takdirinde.)
Bu gibi hususların inisiyatife bırakılamayacak kadar
önemli olduğunun altını çizmek isterim. Çünkü doktorluk mesleği gerek zihnen,
gerek bedenen güçlü ve sağlıklı olmayı gerektiren bir meslektir. Sağlık, kişide
sadece bir hastalık ve sakatlık durumunun olmaması değildir. Aynı zamanda
kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hâlidir. Bu nedenle bu
maddelerle ilgili belirleyicinin (kesin ve sabit çerçeveyle) Sağlık Bakanlığı
olması gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta doktor da olsa her bedenin bir
kapasitesi vardır. Bunu aşarak çalışmak ne kadar verimli olabilir ki?
Türkiye’de 101 bin 198’i Sağlık Bakanlığı’na bağlı
kurumlarda görevli toplam 185 bin 840 doktor bulunmakta. Bu sayı ülke nüfusuna
oranlandığında her bir doktora 457 kişi düşmektedir. Önceki yıllara göre daha
iyi durumda olsak da henüz bu sayı doktor-hasta verimliğinin yükseltilmesi için
yeterli görülmemektedir. Ayrıca bilhassa asistanlığa yeni adım atanlar daha az
iş yükü ile çalışmaya başladıkları vakit seçtikleri uzmanlık dalını ilk bir
yılda bırakanların/değiştirmek isteyenlerin sayısının azalacağı aşikâr.
Birçok tıp fakültesi, nöbetleri yönetmeliğe uygun
olacak şekilde düzenlemek için harekete geçti. Bu fakültelerin diğerlerine
örnek teşkil etmesi ve bu uygulamanın artarak devamının gelmesi dileğimizdir.
Yine Bakanımızın vurguladığı önemli bir konu da
usta-çırak ilişkilerine dair idi: “Hekimlik, usta hekimlerin gözetiminde
öğrenilir. Bu durum doğal olarak bir ast-üst ilişkisi oluşturur. Bu ilişkinin
arkadaşça bir boyut kazanabildiğini tecrübelerimizle biliyoruz.”
Burayı siyah kalemle çiziyorum: “Çalışma ortamının
stresi azaltmak, çalışma sürelerinde ise gençlerin enerjisini biraz da geleceğe
saklamak, bu arkadaşça ilişkiye bağlı.”
Sayın Bakan’ın asistan doktorlarımızın sorunlarının
çözümüne yönelik açıklamalarının tez elden hayata geçirilmesi adına 1 Kasım
günü 81 ilin sağlık müdürlüklerine, uzmanlık eğitimi görenlerin nöbetlerinin
düzenlenmesi adına yazı gönderildi. Yazıda nöbetler ile ilgili düzenlemelerde
detaylar belirtilerek, doktorların çalışma saatlerinde fiziksel ve ruhsal
mânâda zorlayan uygulamalardan kaçınılması gerekliliğine dikkat çekilmiş.
Sayın Bakan’ım, Büyük Türkiye’m ve tüm asistan
doktorlarımız adına can-ı gönülden teşekkürler!
Küreselleşme ve sağlık
İtalya’da yapılan G-20 zirvesinin üç ana başlığından
biri “Küresel Ekonomi ve Küresel Sağlık” idi.
Küreselleşme, bir anlamda değişimi ifade etmektedir.
Teknolojik gelişmeler, politik etkiler, ekonomik baskılar, sosyal ve çevresel
sorunlardaki artış gibi çok sayıda itici ve zorlayıcı güç, küreselleşmeyi
etkilemektedir.
Dünya Sağlık Örgütü, küreselleşmenin sağlıkla
bağlantısını üçü direkt, ikisi endirekt olmak üzere beş noktaya odaklayan bir
model geliştirmiş. Endirekt etkiler; sağlık sektörünün ulusal ekonomi
aracılığıyla yönetimi ve beslenme, yaşam koşulları gibi faktörlere bağlı olarak
ortaya çıkan toplumsal riskleri kapsamaktadır. Direkt etkiler ise, sağlık
politikalarının etkileri, infeksiyon hastalıkları ve sigara pazarı gibi zararlı
durumlara maruz kalmak ve -elbette- sağlık sistemi...
İyi işleyen, oturmuş bir sağlık sisteminin önemine bu
salgın sürecinde şahit olduk. Çünkü dünyanın belli bir noktası ya da bölgesinde
meydana gelen salgın hastalık, dünyanın tümünü aynı anda ve aynı ölçüde
ilgilendirmektedir.
Sağlık sistemi genel mânâda nüfusun sağlık ihtiyaçlarını
karşılamak için kurulmuş kuruluşlardır. Sağlık sisteminin sağlıklı
işleyebilmesi için öncelikle karar ve politikalar belirlenirken temel alınacak
güvenilir bilgi, kaliteli ilâçların sağlanması için iyi korunmuş sağlık
tesisleri ve teknolojilere ve de “Olmazsa olmaz” anlamında iyi eğitilmiş ve
yeterince maaşa sahip işgücü gerekliliği vardır. Etkili bir sağlık sistemi,
ülke ekonomisinin kalkınmasında ve sanayileşmesinde önemli katkılar sağlar.
Küreselleşme süreci ülkelerin sağlık sistemlerini hem
pozitif, hem de de negatif yönlü etkileyebilmektedir. Verilere göre, sağlık
hizmetlerinden en çok yoksun olan ülkeler, az ve orta gelirli ülkelerdir. Bu
ülkelerin içinde bulunduğu politik istikrarsızlıklar ve güçsüz devlet yapısı,
sağlık hizmetlerinde aksamaların temel nedenlerindendir. Bu sürecin negatif
etkilerini en aza indirmek ise ancak ülkeler arasındaki işbirliği ve
anlaşmalarla mümkün görünmektedir.
Sağlık sektöründe, ilk olarak 1978 yılında Almatı’da
yapılan DSÖ asamblesinde “birincil sağlık hizmeti” ön plâna çıkarılmış. Toplum
tabanına yayılmayı amaçlayan, ücretsiz, uygun teknolojiye dayalı, herkese
hizmet eden ve toplum denetimli bir modelin tüm dünyaya yayılımını hedefleyen
ve herkese gereksindiği ölçüde sağlık hizmeti sunulmasını öngören şekilde, 2000
yılında “Herkes İçin Sağlık Bildirgesi” yayımlanmış. Fakat ilkelerin
uygulanması noktasındaki başarısızlık, küresel sağlık krizini
belirginleştirmiştir. “Neden böyle oldu?” sorusuna cevap aramak ve Almatı’da
alınan kararların hayata geçirilebilmesi adına 4 Aralık 2000 tarihinde
Bangladeş Savar’da, 92 ülkeden bin 500’e yakın katılımcı ile yeniden toplantı
yapılmış ve “Halkların Sağlığı, Küreselleşme ve Sağlık Bildirgesi”
yayınlanmıştır. Bildirgede küresel sağlık kriziyle mücadele etmek için
küreselleşmeye karşı her seviyede ve her alanda eyleme geçilmesi gerektiği,
sağlık ve insan haklarının sunumunun ekonomik ve politik kaygılara üstün
gelmemesi gerektiği vurgulanmıştır.
Bu yıl ise Roma’da yapılan G-20 Sağlık Bakanları
Toplantısı’nda Yeni Tip Koronavirüs Salgını’nı sonlandırma çalışmaları ile
küresel sağlık riskleri ile acil durumlara daha iyi yanıt vermeye yönelik ortak
çabaları içeren “Roma Bildirisi” kabul edildi.
Özetle, özellikle salgında organize, yetenekli,
eğitimli bir sağlık ordusu kadar, donanımlı, güçlü, yapılanması ve teknolojisi
yüksek düzeyli bir sağlık sistemine sahip olmanın payı büyük. Tüm dünyanın
içinden geçtiği salgın günlerinde gerek tıbbî ve hijyen malzemeleri, gerekse
ilâç noktasında kendi kendimize yettiğimiz gibi diğer dünya ülkelerinin
yardımına Hızır gibi yetişen bir Türkiye var artık.
Ülkemizde son yıllarda yapılan sağlık anlamındaki tüm
adımlar, sağlıkta küreselleşme adına diğer ülkelere örnek niteliğindedir. Tıpkı
savunma sanayii hamlelerimizde olduğu gibi…
Koronavirüsten arınmış bir dünya dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder